Sadece tercih dönemlerinde değil, bütün sene üzerinde en çok durduğumuz konuların başında bu hedef belirleme, bölüm ve meslek seçme hadisesi var.
Bazen yıllar yıllar sürebiliyor asıl sevdiğini bulmak. Fikir de değişebiliyor zamanla. Bi yere girersin istiyorum diye, beklediğin gibi olmaz başka yere geçersin; yahut iki ilgi alanın vardır, arasında kalırsın, daha düşük işsizlik oranı olanı ya da daha geleceğin teknolojisiyle içli dışlı olanı seçersin. Konu bu değil! Bunlar sorun değil. Bunlar iyi bile. Sizi iş hayatında ne istediğini bilen ve hayat deneyimi edinmiş bireyler haline getirmeye yardımcı olur yaşadıklarınız. Kafanıza çok takıp sanki sizde bir hata varmış gibi davranmayın yani. Alakası yok. :)
Ben burada kendi asıl istediği yerine (hatta kendi ne istediğini dahi bilmeyip, üstüne hiç düşünmeyip) işsizlik-para-prestij kaygısıyla bambaşka tercihlerde bulunmayı düşünenlere hitap edeceğim.
Öncelikle şunu söylemek isterim: Yazacaklarımı çevrenizdeki her şey hakkında fikri olan birileri gözüyle değil; kariyerinin bir noktasında kurumsal dünyada çalışmış, insanları işe almış, bu beceriyi de bugün TEDx'lerini izleyip, iş dünyası ve eğitim konusunda yazdıklarını okuduğunuz Prof. Dr. Erhan Erkut'un öğrencisi olarak İşletme'den mezun olarak edinmiş, üstüne de sertifikasını almış; kendisi de bir dönem işsizlik belasıyla yüzleşmiş, nihayetinde kendi işini hep kendisi bulmuş (TORPİLSİZ), Edafos Akademik'e başlamadan evvel işe alım konusunda danışmanlık da vermiş biri olarak yazıyorum. Bunu söylemek zorunda hissettim çünkü ne zaman "Kendi ilginiz olan bölümü seçin." desem, bu cümleye cevaben sanki pembe bir balonda yaşıyormuşum ve işsizlikten haberdar değilmişim gibi bir tepki alıyorum. Özellikle de velilerden. :) Emin olun biliyorum. Ve emin olun, asıl işsizlik gerçeği yüzünden bunu ısrarla söylüyorum.
Şu an ben bu yazıyı yazarken (2020 Temmuz ayının sonunda) resmi kayıtlara göre genç işsizliği %25 dolaylarında. Zaten yüksekti, bir de pandemi vurdu, işsizlik fırlamış durumda, ama ufaktan normalleşiyor o da. Bu sadece bizim ülkemizde olan bir şey değil, şu an bütün ülkelerde uzun süredir yaşanan en büyük işsizlik durumu yaşanıyor. Yalnız farkındaysanız, %25 işsiz var demek %75 iş bulmuş demek. Yani aslında çoğunluğun işi var o ya da bu şekilde. Bu arada işsizlik oranı "Son 3-6 aydır iş arayan" kişiler üstünden hesaplanıyor. Yani işi olmayan herkes dahil değil hesaplara. Neyse, asıl meseleye gelelim:
Sen istediğin bölümden mezun olunca işsiz kalacak mısın?
Yüksek ihtimalle evet, mezun olur olmaz iş bulamama ihtimalin çok yüksek. (Kesin değil, sadece yüksek). Fakat bu sonsuza dek işsiz kalacaksın anlamına gelmiyor. Farkındaysan bunu hangi bölümü seçeceğini bilmeksizin direkt söyleyebiliyorum. Çünkü günümüzde %100 iş garantisi olan bir bölüm yok. Bu günümüzde anormal bir durum değil. Üniversiteler bilgi üretme ve öğretme yeri olmaktan çıkıp işçi üretme fabrikası haline geldiğinden beri açık pozisyondan fazlası mezun edilir ki, aralarında daha iyi olanlar seçilebilsin bir de eksiklik olmasın. Sorun şu ki, biz bu fazladan mezun verme olayını biraz abartmış durumdayız. (İnsana ürün olarak bakılması sizi rahatsız ettiyse üzgünüm ama hesaplamalar bu şekilde yapılıyor. Test sınavla öğrenci değerlendirme sisteminin ayakkabı üretim bandından esinlenildiği bir dünyada yaşıyoruz.)
---0---0---0---
Şirketler birine para ödeyeceklerse o kişinin
1) Beceri olarak kendi ihtiyaçlarını karşılamasını isterler.
2) Sadece becerilere sahip olması yetmez, bunu en iyi yapanları almak isterler. Çünkü hayrına almıyor işe, işi görülsün diye alıyor.
3) Bir kişinin ya deneyimli olmasını yani kendisine öğretilmesine gerek kalmadan hemen verilen işleri halledebilmesini isterler ya da eğitilmesi gereken birine bir de üstüne para vermek istemezler.
Öğrenci ise sadece üniversiteden mezun olmuş olmayı işe alınmak için yeterli bir şey olarak görüyor. Fakat kendisiyle birlikte her sene ortalama 800 bin kişinin üniversiteden mezun olduğu gerçeğini göz ardı ediyor. Bir de tabii ortalıkta yapılacak o kadar çok üniversite mezuniyeti seviyesi işin olmadığını da. Her sene birileri emekli olur, ölür ya da işi bırakır o yüzden hep açık iş olur ama 800 biner yer açılmıyor işte.
Üniversiteden mezun olan kişiler lise seviyesi işlerde yani kendi eğitimlerinin altında kalan işlerde çalışmak istemezler. O pozisyonları bir bakıma küçük bile görebilirler, halbuki onlar da iştir de neyse yine. Konuyu dağıtmadan devam edelim.
Çok mezun ve bu mezunlara uygun az iş varsa ne olur? İki ihtimal var:
Ya evde oturur beklersin ya da kendi kendine iş üretirsin. Para gereksinimini de bir süreliğine bulabildiğin herhangi işten sağlamaya çalışırsın, o esnada da kendi işine dair bir şeyler düşünürsün ya da belki daha kalifiye biri olmak için farklı yönlerden de kendini geliştirirsin.
Çağın belli başlı gereksinimleri var. Artık 1980'de-1990'da hatta 2000'de mezun olmuş birinin becerileriyle iş yapılması gerçekten çok zor. Bir kere bilgisayarda çeşitli programları kullanmayı bilmek var; bilgisayarı anlamak için bile en en en azından İngilizce bilmek gerekiyor. Hukuki yazıları, kuralları okuyup anlayabilmek gerekiyor, en basit işte bile artık Word'de yazı yazabilmek, Excel tablosu hazırlayabilmek, email atabilmek, Google Docs-Zoom-MS Teams vb. kullanmış olmak gerekiyor. Bunları dahi bilmeyen birini bir şirkette eğitmeye zamanı olan insan yok. Kendi kendinize öğrenmeniz gerekli, ki çoğumuz da o şekilde öğrendik. (Stajyer programları bile bunları öğretmek için değil. Bunları bilen öğrencilere asıl işi öğretmek için açılıyorlar büyük şirketlerde. Küçük şirketlerdeyse genelde "Otur şuraya beni izle, ama o arada bi çay getirir misin, bi de şunların fotokopisi çekilecek" deniyor.)
Aslında eeeen ama en önemlisi KENDİ KENDİNE BİR ŞEYLER ÖĞRENMEYİ BİLMEK VE BUNDAN ÜŞENMEYEN BİRİ OLMAK gerekiyor. Gerisi bir biçimde öğrendikçe öğrendikçe oluyor zaten.
KPSS ve atama konusundaysa, devletin istihdamın sadece %10'unu oluşturduğunu bilmek gerekiyor. Devlet de hep birilerini alacak ama asla hiçbir bölümden mezun herkesi alamaz. %10'unu bile alamaz. Yapılacak o kadar çok iş yok ki. Eskiden al bu dilekçeyi götür dediğin kişilere ve birçoğuna artık ihtiyaç yok çünkü bilgisayar var. + Devletin herkesi işe alıp maaşını ödeyecek parası da yok. O an ne lazımsa onu alıyor. Bu sene bir alandan çok kişi aldı demek, artık bi süre o alanda daha az kişiye ihtiyaç duyar demek. "Aaa çok aldılar demek buranın önü açık." demek büyük bir hata olacaktır.
Dikkatinizi çekmek istiyorum: Burada "Doğru olan ne, ülkede işler nasıl olmalı?"yı konuşmuyoruz. Gerçekler, şu an olan ne, onu konuşuyoruz. O yüzden sanmayın ki ben bu durumları olduğu gibi destekliyorum. Ben de isteyenin çok daha rahat ve huzurlu, mutlu mesut iş bulmasını arzu ederim. Hayallerden değil hayattan bahsetmeye devam:
Kendini geliştirmenin önemini her seferinde vurguluyoruz. Bir de şu ilgin olan bölümü seçme konusu var. Niye önemli biliyor musunuz?
Öğrencilerim bölümleri araştırırken sanki tercih sonucu açıklandığı gün o mesleği yapacak kişi olacakmış gibi düşünüyorlar.
"Önü açıkmış, Yönetim Bilişim Sistemleri okuyayım."
Evet işte... Okumak. Okumak demek 4 yıl boyunca (ya da bölüm kaç senelikse) derslere gitmek demek. Haftada yaklaşık 25-30 saat ders. Ayda 120 SAAT, yılda neredeyse 1000 SAAT!
Sevmediği bir videoyu 10 saniye bile izlemeden geçen insanlarsınız, senede 1000 saat sadece ders dinlemesi, üstüne ödevi projesi, dört senede 6000-7000 saatinizi bu işe ayırmış olmanız gerekecek. Dayanmak ister misiniz gerçekten? Üniversite hayatınızı bir çile olarak geçirdiğinizde, üniversiteden arta kalan zamanınızda da aynı konu üstüne kendinizi geliştirmek için fazladan bir şeyler yapmak ister misiniz sizce? :) (Hiç bu açıdan baktınız mı konuya?)
İş mülakatlarında yeni mezuna en sık sorulan sorudur: Neden bu bölümü okudun? Neden bu mesleği tercih ettin? "Önü açıktı ondan" mı diyeceksin? "Kolay iş bulurum diye düşündüm" mü diyeceksin? "Puanım buna tuttu." mu diyeceksin? Biri sana bunları dese onu işe alır mıydın? :)
Yahut bazı adaylar da kandırmaya çalışıyor, ilgiliymiş gibi yapıyor ama o kadar fark ediliyor ki gerçekte kimin ilgili kimin ilgisiz olduğu... Kimin hevesli olup kimin sadece "bi iş" aradığı. E zaten 1-2 kişi alınacaksa kendi alanını bileni, daha da fazlasını öğrenmeye hevesi olanı, neyi neden yaptığını bilerek kendi seçeni (Kendi hayatının sorumluluğunu kendisi yüklenebileni) seçiyorlar. Gerisi de diyor ki "Kesin bi tanıdığı almışlardır."
Okulunu "Derse minimum düzeyde gireyim, geçer not alayım ve kaçayım." şeklinde bitirmiş kişilere ne hocaları referans olur (Referans olup sizi tavsiye edebilirler bir yerlere, Erhan Hoca bana referans olmuştu mesela.), ne tanıdığı kişi kefil olur... Torpil ile referans aynı şey değildir bu arada. Referans "Ben bu insanın bu işi iyi yapacağına bizzat şahit oldum, güvenebilirsiniz." demektir. Torpil ise "Bu benim yeğen, bunu al." demektir. Referansta becerileriniz-güvenilirliğiniz, torpilde akrabalığınız sayesinde işe alınırsanız.
Dayanan bir şekilde heeepsine dayanıyor. Tiksinerek okul bitiren bile var, yapamazsınız demiyorum. Yapmak istiyor musunuz cidden bunu kendinize diyorum.
Hatta seçtiği bölüm kendisine kolay gelip iyi ortalama yapan dahi var, ama o üniversiteden arta kalan vakitte kendi konusunun adını dahi duymak istemiyor. E adını duymak istemediğin şeyi bir de 20 sene kadar yapman, seneler içinde değişikliklere ayak uydurup geliştirmen, sorumluluğu altına girmen için yazıyorsun o bölümü. Mantıklı mı?
İş hayatında bunu yapmış, şu an pekala işi de olan milyonlar var. Binler değil, milyon küsür kişi. Sonuç ne biliyor musunuz?
Doğru düzgün yapılmayan işler, sinirli çalışanlar, mutsuz müşteriler, sürekli gergin iş hayatı, stres yüzünden baş gösteren hastalıklar, bir an evvel işten kurtulup köye yerleşme isteği vs.
İş böyle bir şey olmak zorunda değil. Hele hele çok hassas işlerde, işi bıkkınlıkla yapıyor olmak daha da fazla soruna yol açıyor. Mesela sağlık alanında yahut öğretmenlikte.
Sırf tatili için öğretmen olmuş insanların yetiştirdiği çocuklardan matematik, fen, sosyal bilim vb. sevmesini bekliyoruz.
Prestij için tıp okumuş kişiden insanlara karşı sabırlı olmasını (36 saat uyumadığı haliyle üstelik) istiyoruz. Hızlı atanır diye hemşirelik okumuş kişiden canımızı çok yakmamasını, bizimle güler yüzle ilgilenmesini, bizden bıkmamasını istiyoruz. Puanı oraya tuttu diye temel bilim okumuş öğrencilerden bilim üretmelerini, yoklukta araştırma yapmak için çözüm türetmelerini bekliyoruz. KPSS ile atanamayıp şansını ALES'te denemiş ve hasbelkader akademisyen olmuş kişilerden iyi birer hoca olup kendi alanında hem araştırma yapmasını hem de gençleri yetiştirmesini bekliyoruz. İş arayıp bulamadığı için polis olmuş kişinin her seferinde işini insani bir tavırla yapmasını, hakimin avukatın para uğruna adaletten şaşmamasını...
İnsanların günü kurtarmak için ve laf yememek için değil de gönlünden geldiği için bir işi yaptığını düşünün. Şimdiye dek bu yönde olmamışsa bile, sonuçta önceki nesiller yaşlanıyor, yerine siz geliyorsunuz.
Bu arada torpil konusuna girmedim. Evet var. Aklınız hayaliniz durur dönen mevzuların tamamını görseniz; ki eminim duydukça "Ne olacak bizim halimiz?" de diyorsunuzdur. Ama hem ülkede herkesi torpille işe alacak kadar dayı ve amca yok (yani birileri illa ki kendi hakkıyla da giriyor.), hem de bu işin de azalması sizin ahlak ve etik anlayışınıza bağlı. Önemli olan, kendi elinize ne fırsat geçerse geçsin "Ben şu an birinin hakkını yiyor muyum, bu işi benden daha iyi yapacak biri arandı mı?" sorularını sormak kendinize. Bu iş daha okulda başlar. Bildiğin için, çalıştığın ve gerçekten gereken çabayı harcadığın için mi dersi geçtin? Hak ederek mi aldın notu? Bunlara evet diyemeyen birinin de zaten torpile morpile laf etmemesi gerekir.
Velhasıl, bir insan, işsizlik ortamında bile ortaya bir iş çıkarabilmek için; kendini geliştirebilmek için; düştüğünde toparlanabilmek için; kimse yardım etmese ve desteklemese bile ayakta dik durmak ve "Kendim yaptım!" diyebilmek için; iyi şeyler olduğunda kendiyle haklı bir gurur duyabilmek için
kendi merak ettiği şeyi öğrenmelidir, ilgi duyduğu alanlara yönelmelidir, enerjisini gönlünün muradında harcamalıdır.
Bizim düşünce yapımız değişmeden bu düzen de değişmez; hiçbir şey de değişmez.
Yorumlar