“Çalışıyorum ama emeğimin karşılığını alamıyorum.” cümlesini duydun mu hiç?
Ben çok duydum. Bu konuşma genelde şöyle devam etti: Sence senin verdiğin kadar emeğin karşılığı ne?
Şunda bir anlaşalım: Eğer ders çalışıyorsanız, yani bir kaynaktan bilgiyi alıp kendi hafızanıza ekliyorsanız, karşılıksız emek diye bir şey yoktur. Çalışırken harcadığınız enerjinin karşılığı beyninizde oluşan bağlardır. Bunları gözümüzle göremediğimiz için ve tek gördüğümüz somut veri netler olduğu için, o netler artmadığında ya da unutma gerçekleştiğinde “Karşılığını alamadım” zannedersiniz.
Yalnız burada değinmek istediğim başka bir nokta var, o da en baştaki PAZARLIK durumu.
BİLGİYLE PAZARLIĞA OTURAMAZSINIZ!
“Gardaş ben bu konuya 5 saat ayırdıysam öğrenmiş olmak zorundayım.” diyemezsiniz. Çünkü size “Olmaz hocam, bize gelişi 4 zaten... En az 8 saat lazım.” demez, diyemez.
Öğrenme sürecine o kadar çok şey etki ediyor ki, sizin o konuyu tam anlamıyla kavramanızın ne kadar süreceği ancak siz o konuyu kavrayınca belli olur.
Bununla birlikte, “Çok emek verdim.” diyen öğrencilerimin çoğu daha evvel düzenli ders çalışma alışkanlığı olmayan kişiler oluyor. Böyle olunca onun birkaç hafta çalışması kendisine “ÇOK” geliyor. İstiyor ki ona çok gelenin karşılığı kendi beklentisiyle doğru orantılı çok olsun... Ama dedim ya, pazarlığa oturamayız bilgiyle.
“Ben o kadar çalıştım ama hala parabol çözemiyorum.” cümlesine verilecek yegane cevap “E daha fazla çalışmanı (belki yöntem değiştirmeyi de) gerektiriyor demek ki.” olabilir. Bu cevaba alınıp gücenmemek gerekir. En başta pazarlığa oturulamayacak masaya beklentiyle oturmak hata, çalışmak değil!
Sana çok gelen, sınavın gerektirdiği yanında az kalıyor olabilir. Bu durumda konuları düşman bellemenin de bir anlamı olmaz, Don Kişotluk yapmaya benzer. Konu orada öğrenilmek için masum masum bekliyor çünkü. Bir yere kaçtığı ya da saldırdığı yok. Onu “Fethedilecek” bir düşman kalesi gibi görmeye kalkıp vahşice yaklaştığında elinde bir şey göremeyince hayalkırıklığına uğrarsın.
Ne dedik: Somut, elle tutulur bir şey değil bilgi. Soyut. Kafada! Dostane biçimde yaklaşmak zorundasın. Silahla değil, mantıkla! Vücut enerjini tüketerek değil, düşünce gücünle. Fiziksel olarak oturduğun süreyi ölçerek bilgiyle baş edemezsin çünkü bilginin ölçü birimi SAAT DEĞİL!
Nasıl ki gereğinden fazla çalışmaya karşı geliyoruz, akıllıca çalışmalıyız diyoruz... Gereğinden az çalışana karşı da dürüst olmak gerekli. Fiziksel olarak 8 saat oturdun diye 8 saatlik düşünce gücü harcadığını garantileyemeyiz zira. Düşünce başka bir alemdir. Senin 8 saatin düşünce aleminde 1 saat bile etmeyebilirken, bazen 1 dakikan 10 saat değerinde olabilir (Bana bi aydınlanma geldi dediğimiz anlar onlar).
Gereğin ne kadar olduğunu ise hedeflediğiniz yer ile sizin aranızdaki fark belirliyor.
(Hedeflediğin yer için gereken bilgi - şu an sahip olduğun bilgi = öğrenmen gereken)
Sana çok gelenden fazlası lazımsa iki seçenek var: Ya hedef küçülteceksin ya da daha fazlasını ortaya koyacaksın. Her iki durumda da harcadığın emeğin bir karşılığı var. İlla hem somut hem de hedeflediğin şey olsun istiyorsan, o zaman pazarlık etmeyeceksin, “Olana kadar” emek harcamaya razı geleceksin. Başka bir yolu yok.
Beyin biraz nankör olabiliyor, unutabiliyor ama bu da zaten o emeği süreğen kılmak için en büyük sebebimiz. O yüzden sen 1 ay çalışmışken senle aynı yerden başlayan biri 1 günde senle aynı yere gelemiyor.
Bilgi almak ve onu akılda tutmak, düşünce geliştirmek, bilgili olmak zaman ve çaba isteyen şeyler. Diğer bir deyişle, zor şeyler. Zor olmasa “Bilgi güçtür.” denmezdi. Kolay olan bir şey sana güç katmaz.
Şimdi ya hedeflediğince güçlen ya da sahip olmak istediğin güç miktarını tekrar gözden geçir. Her iki durumda da kolay(!) gelsin. ;)
Not: Resim, Whiplash filmi için hazırlanmış bir görsel. Whiplash filmini izlemediyseniz, izlemenizi tavsiye ederim. Güzel gaza getirir. Kendi verdiği emeği yeterli bulmakla çok iyi olmak için gereken arasında savrulan bir genci konu alıyor. Son sahnesi ödüllük olmuş harika bir filmdir. Ayrıca Miles Teller bence harika biri :)))
Yorumlar